Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, Başkanlık Sistemine alternatif olabilir mi ?

Geçtiğimiz günlerde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem
İmamoğlu, Almanya’nın Münih kentinde gerçekleştirilen ‘Şehirlerin Rolü:
Demokraside Ezber Bozanlar’ başlıklı
açık oturuma konuşmacı olarak katıldı. “Türkiye’de demokrasi sakat görülebilir; ancak ölmemiştir. Kurumlar
yıpranmış olabilir, ancak toplumda Avrupa değerleri ve demokratik normlara
özlem, azalmamış artmıştır.” diye bir
ifade kullandı. 6 muhalefet partisinin
de parlementer sistem vurgusu 2023
seçimleri öncesi gündemden düşmeyecek gibi görünüyor.
“ Güçlendirilmiş parlamenter sistem
için altı muhalefet partisinin hukuktan
sorumlu kurmaylarının ekim ayı başından bu yana yürüttüğü çalışmada son
aşamaya gelindiği ,Yasama, yürütme,
yargı, hak ve özgürlükler ana başlıklarından oluşan güçlendirilmiş parlamenter sistem taslak önerisinin son
düzenleme işlemlerinin ardından parti
liderlerine sunulması beklendiği sürekli haber sitelerinde dolaşmakta.
Siyasi etik yasası çıkarılması planlanan bu taslakta, cumhurbaşkanının
nasıl seçileceği konusu ise altı muhalefet partisinin genel başkanlarına bırakılıyor.”
diye geçen bir haber, cumhurbaşkanının nasıl seçileceği ve başbakanlık makamı tekrar geri gelecek mi sorusunu
akla getiriyor.
Bilindiği üzere 9 Temmuz 2018
tarihinden itibaren ülkemizde uygulanmaya başlanan Başkanlık ya da diğer
adı ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet
Sisteminde Cumhurbaşkanı, devletin
başı. Yürütme yetkisi, cumhurbaşkanının sorumluluğunda. Parlamenter
sistemde ise Cumhurbaşkanının siyasi
sorumluluğu bulunmamaktaydı. Cumhurbaşkanı adaylık sürecine halkın katılımı da mümkün değildi.
24 Haziran 2018 de 26 milyon oy ve
% 52,6 oran ile Cumhurbaşkanı olarak
Recep Tayyip Erdoğan’ dan yana tercihini kullanan seçmenin 2023 de nasıl
bir karar alacağı ve rakip adayın kim
olacağı siyasetin en önemli gündem
maddesi olacak gibi gözüküyor.
Tam da burada demokrasi vurgusu
yapan muhalefetin öne sürdüğü alternatif sistemi sorgulamak gerek. Ya da
Avrupa da veya demokrasinin merkezi
olarak kabul edilen ve tüm dünyaya demokrasi dağıtan ABD de Başkan adayları nasıl belirleniyor , seçmenin bu
sürece etkisi ne ? Örneğin Amerika’da
başkan adayının nasıl belirleneceği konusunda Amerikan anayasasında hiçbir madde yok. Başkan adayı siyasi
partiler tarafından belirlenir. Ancak
yıllar boyunca partiler tarafından bu
süreci düzenleyen bazı gelenekler ortaya çıkmış. ABD’nin iki büyük partisi
olan Demokratik Parti ve Cumhuriyetçi Parti başkan adaylarını ön seçimler
yoluyla belirler.
Peki bugün Türkiye de Başkan
adayı nasıl belirleniyor ?
Anayasaya göre, yüz bin seçmenin
imzası ile Başkan adayı gösterilebilir.
Bu hiçbir partinin etkisi olmaksızın direk halkın kendi adayını da belirleyebileceği anlamına gelir ki şu an böyle bir
demokrasi Amerika da bile yok. 24 Haziranda 2018 seçimlerinde malumunuz
Saadet Partisi, muhalefet partileriyle
ortak aday çıkarmak için görüşmeler
gerçekleştirdi ve 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün aday gösterilmesini
önerdi. CHP, bu öneriye olumlu yaklaştı. Ancak Meral Akşener adaylıktan çekilmeyeceğini açıkladı. Bunun
üzerine Gül, 28 Nisan 2018’de yaptığı
açıklamada geniş bir mutabakat sağlanamadığı için aday olmayacağını duyurdu. Gül’ün adaylığının gerçekleşmemesi üzerine Temel Karamollaoğlu,
resmî adaylık başvurusunu 2 Mayıs
2018’de yaptı. Seçmenlerin aday teklifinde bulunabildiği üçüncü gün olan
6 Mayıs 2018’de gerekli 100.000 imzaya ulaşarak aday olmaya hak kazandı.
Bunun dışında en az 20 milletvekilinin
yazılı teklifi ile de başkan adayı gösterilebilir. Ya da siyasi parti grupları da
aday gösterebilir.
Peki ya İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun birkaç gün önce “AB değerlerine ve demokratik normlara özlemimiz azalmamış artmıştır” dediği
Avrupa’ da devlet başkanları nasıl belirleniyor ?
Örneğin Almanya cumhurbaşkanı ,
devletin başı olarak devleti uluslararası
alanda temsil eder, kanunları onaylar,
hükûmeti ve federal görevlileri atar,
meclisi fesheder, özel af yetkisini kullanır. Adaylığı ise halk tarafından direkt değil , Federal Meclis tarafından
belirlenmekte.
İngiltere’yi hiç hesaba katmayalım çünkü zaten İngiliz sisteminde
yasama-yürütme ve yargı eşit seviyede
değildir. Egemenlik halka değil doğrudan parlamentoya aittir. İki meclisten
biri olan Avam Kamara yasama açısından esas güç sahibidir. Hükümetin kurulması ve güvenoyu alması tamamen
avam kamarasınca belirlenmektedir.
İngilterede ‘güçler ayrılığı’ ilkesi yerine ‘güçler kaynaşması’ ilkesi mevcuttur. Yargı, yargılama fonksiyonu
itibariyle elbette ki bağımsızdır. Ancak
yasama ve yürütme birbirinden kesin
çizgilerle ayrı değildir. Fransa da ise
yarı başkanlık sistemi mevcut. Her ne
kadar Cumhurbaşkanı halk tarafından
seçilse de adaylık süreci yine bildiğimiz gibi. Yerel veya merkezi yönetim
organlarına seçimle gelmiş 500 kişinin
önerisiyle ve Anayasa komisyonunun
uygun bulmasıyla cumhurbaşkanı adayı olunabilmektedir. Aday doğrudan
halk tarafından belirlenemez. Fransa
Parlamentosu, 577 üyeli Ulusal Meclis ve 348 üyeli Senato olmak üzere iki
kanatlıdır. Ulusal Meclis üyeleri doğrudan halk tarafından, Senato üyeleri,
ulusal ve yerel düzeylerdeki seçilmiş
kişilerden oluşan bir “ikinci seçmen”
grubu tarafından seçilmektedir. Yani
ikinci bir seçmen grubu mevcut
Belçika yönetim yapısı ise, anayasal monarşidir. Belçika`nın başı konumunda olan kral veya kraliçe, ülkeyi
başbakan ile birlikte yönetmektedir.
Hollanda aynı şekilde meşruti monarşidir. Krallık , monarşi veya federal
cumhuriyet yada sadece cumhuriyet
hiç fark etmiyor. Sonuç olarak Avrupa
da da adaylık sürecine halkın doğrudan
etkisi gözükmüyor.
Orta Asya veya Orta Doğuyu
zaten geçelim Sosyalist ülkelerde de
durum değişmiyor. Çin Halk Cumhuriyetinde Devlet Başkanı Çin Kominist
Partisi tarafından belirlenir ve Çin Ulusal Meclisi tarafından seçiliyor. Halkın
hiçbir etkisi yoktur. Belki yine bize en
yakın Rusya gözüküyor. Devlet başkanı doğrudan halk tarafından seçilmekte
ama yine adaylık sürecine doğrudan
halkın etkisi mevcut değildir.
Sonuç olarak parlamenter sistemin
Avrupa’dan doğduğunu görebiliyoruz.
Halkın tepkisini yumuşatmak amacıyla monarşilerden doğduğu çok açıktır.
İngiltere, Hollanda , Belçika gibi monarşi veya krallıklarda bu durum daha
da belirgin. Bu durumda güçlendirilmiş parlamenter sistem eğer monarşinin kaldırılması ise Türkiye’de zaten
monarşi 1923 Cumhuriyetin ilanı ile
tarihe karışmış durumdadır. Yani Türkiye, yönetim şekli olarak AB üye devletlerinin büyük çoğunluğundan daha
demokratik bir ülkedir.
Türkiye’nin tarihten gelen geleneksel yönetim anlayışına uygun ,güçlü liderliğe bağlı, liderin seçilmesinde
halkın doğrudan etkisinin olduğu Başkanlık sistemi , parlamenter yapıya
nazaran Türkiye’nin DNA sı ile tam
uyuşuyor.
Ülkeyi koalisyonlardan kurtaracak, hantal yapı ve bürokrasiyi bertaraf
edecek, kararların hızlı alınabildiği ve
uygulanabildiği bir sistemin parlamenter yapıda değil, Başkanlık Sisteminde
veya Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde bulunduğunu söyleyebiliriz.
O halde muhalefetin bu kadar kaygı
duyduğu tehlike nedir ? Doğrusu anlamak mümkün değil. Başkan adayının
belirlenmesi sürecinde sadece 20 milletvekilinin bile söz sahibi olabileceği
bir sistem kurulmuş. Ya da bir siyasi
parti grubu aday belirliyebiliyor. O da
yetmedi sadece 100 bin imza ile adayı
millet bizzat kendisi belirleyebiliyor.
Bir düşünelim muhalefet partilerinin
seçmeni, 6 genel başkanın belirlediği
adayı kabullenmiyor veya yetersiz buluyor diyelim. Dilerse 100 bin imza ile
tabanın istediği bir diğer başka adayı
Mansur Yavaş veya Ekrem İmamoğlu
yada bir X şahsiyetini aday gösterebilecek durumdadır. Bugün Türkiye
de parti içi antidemokratik oluşumları dahi bertaraf edebilecek bir sistem
mevcut. Devlet Başkanının seçilmesi
sürecinde AB standartlarının dahi üstünde bir yapıya sahip ve bunu anayasal olarak garantiye almış bir Türkiye
gerçeği varken muhalefetin çabaları ve
sunduğu çözüm önerileri maalesef ileriye dönük çözüm önerileri olarak gözükmüyor. Eğer mesele Devlet Başkanının kullandığı yetkilerin azaltılması
yada denetim mekanizmasının güçlendirilmesi ise niye bu konuda aydınlatıcı
çözüm önerileri sunulmuyor ?

İnegölBordo

m/inegöl